9 Aralık 2010 Perşembe

Yeni Yıl Kampanyası


Herkese Merhaba,

Geçtiğimiz yılbaşında da yaptığımız bir kampanya vardı Kapbula Organik Şeyler ailesi olarak. Hem bizim içimize çok sindi hem de müşterilerimizin. Ben soranlara hep söylüyorum bizim işte maalesef diğer firmalarda olduğu gibi ciddi kar marjları yok. Şirketi ancak döndürüyor döndüremiyor. O yüzden de bizim müşterimiz hep soruyor (öyle alıştırılmışlar çünkü) ne zaman indirime gireceksiniz diye. Biz de hiç bir zaman diyoruz. Genel indirim yok. Ama ara ara ürün üretimi bitti ise stok eritmelik indirimler yapıyoruz. Özellikle Forum Mağazamızda oluyor o ürünler. Neyse uzatmayayım lafı. Bu sene de %20 indirim yapttık. Ama müşteriye yansıyan bir tarafı yok. Peki diyeceksiniz ki bu nasıl indirim? Anlatayım memnuniyetle. Bizden alış veriş yapıyorsunuz ya da yapıyorlar. Kapbula markalı ürünlerin satış rakamına bakıyoruz ay sonunda. Bu tutarın %20'si kadarına denk gelen organik ürünlerimizden hediyeler hazırlıyoruz. Kacuv (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı) bize yardımcı oluyor bu konuda. Onların kliniğinde tedavi gören yaşları 1 ile 17 arasında değişine çocuklara organik hediyeler gidiyor. Hem de müşterilerimizin kendi el yazıları ile yazdıkları tebrik kartları iliştirilmiş şekilde. Bu sene Okmeydanı hastanesinde de ihtiyacı olan çok çocuk olduğunu söylediler onları da listeye ekleyebilir miyiz dediler. Biz de memnuniyetle kabul ettik. Şimdi hepinizin desteğini bekliyoruz.

Sağlıkla ve sevgiyle kalın.

18 Kasım 2010 Perşembe

Nerelerdeyim

Herkese Merhaba,

Geç olsun güç olmasın herkese iyi bayramlar. Bu sefer değişik bir macera paylaşmaya diye geldim bilgisayar başına. Nerelerdeyim ne haldeyim anlatasım geldi. Şu anda Pisa ile Venedik arasında otobüste gidiyorum. Yanımda hayatımın aşkı, tatlı kuzu oğlum ve karnımda da ikinci fındık. Evet epey zamandır yazamıyorum çünkü sanki bu küçük kuzudan bahsederim de zamanından önce nazar değer diye korkumdan çok kısıtlı yazı yazdım. Zaten malum hazırlık kışlık ürünler derken baya bir meşguldüm. Laf aramızda küçük fındık beni çok yoruyor. Akşamları erkenden uyuya kalıyorum. Ali Bey’de bu kadar yorulmamıştım. Ya o zaman daha gençtim ya da bu kadar yorucu bir iş ile meşgul değildim. Bu kadar yorgunluğa peki bu seyahat de nerden çıktı diyebilirsiniz. Bu organik işi, mağazalar beni o kadar meşgul etmiş ki neredeyse 1.5 yıldır bir yer görmeye gitmemişim. Halbuki hayatımın aşkı ve benim en çok sevdiğimiz şey her sene yeni bir ülke yeni bir kültür, yeni bir yer keşfetmek. Dünyada çevreci eğilimler ne, mağazalar nasıl, insanlar neden bahsediyor takip etmek hoşumuza gidiyor. Aa bu arada oranın yerel bir tadını, mutfağını keşfetmek de yanımıza kalan karımız. Bu seyahat Roma’dan başladı. Hayatımızda ilk defa tur ile gidiyoruz. Bize çok uymadı bu düzen. Zira kalkış saatleri, hele bir de hamile bir kadın ve 5.5 yaşında bir çocuk için ayak uydurmanın biraz zor olduğu bir düzen. Aralarda turdan kaçıp kendi başımıza dolaştık. Ne olursa olsun üçüncü günün sonunda perte çıktım. Sabah 10’da sokaklara çıkıyoruz saat akşam 8 gibi otele dönüyoruz ve sadece yürüyoruz. Karnımdaki cadı da bir ağır ki görenler 7 aylık hamile zannediyor halbuki daha 5 aylık ama Ali Kaan’da da böyle olmuştu karnım katana kıvamına geliyor tez zamanda. Neyse anlayacağınız ayaklarım benden davacı. Kalçam, belim çekiyor ve bu çeken sinirler sol kolumu çekiyor. Geceleri doğru dürüst uyuyamıyorum bile.Geçen gece bir ara ağladım diyebilirim ağrımdan. Allah’ım diyorum nazar değdi galiba. Istanbul’a dönünce dinleneceğim.

Dün Floransa’da tesadüfen bir restoran buldum. Buldum diyorum çünkü kocacık hayatta başka birisine sormama izin vermezdi. Ali Bey Babası ile Disney Store’da dolanmak için tutturunca onlar oraya bakarken ben de çevreyi görmeye devam etmek için ara sokaklara daldım. Bir violette mağazasında çalışan çekik gözlü genç bayana bu ara sokakta güzel bir restoran, Toscana bölgesine has bir yemek yapan şirin, temiz, güzel restoran var mı dedim. O da bu sokakta yok ama buraya çok yakın bir yer var dedi ve bana bir kart çıkartıp verdi çantasından. Tarifi de yaptı. Bizimkiler yanıma gelir gelmez restoranın yolunu tuttuk. En önemli özelliği turistik değil. Lokal insanların bildiği rezervasyon ile gidilen, inanılmaz bir restoran. Nazikçe rezervasyonumuz yoksa mümkün olmadığını söylerken öyle bir bakış attık ki hatta benim hamile halime Ali Kaan’ın yorgun bakışlarına acımış olabilir genç arkadaşlar, Saat 8’de masanın sahiplerinin geleceğini söylediler. Bizim de otobüsümüz 8 de hareket edeceği için hızlıca yemek yeyip kalkacağımızı söyledik ve anlaşıp bize gösterilen yere oturduk. Bu Italya seyahati boyunca yediğimiz en güzel akşam yemeği idi. Bir gün gidecek olursanız telefonunu ve adını yazmak istiyorum. Coquinarius 0552302153 Floransa.

5 gündür hava çok güzeldi ama bugün Piza gezisi ağır yağmur altında gerçekleşti. Umarım Venedik bu kadar soğuk ve yağmurlu olmaz. Fırsat bulabilirsem tekrar yazacağım. Bu arada hep turistik yerleri gezdiğim için olabilir çok organik şey görmedim ama cardboard mağaza ekipmanları çok, ekolojik, geri dönüşümlü ürünler çok. Onlardan da kayda değer olanlarını bulabilirsem yazmak isterim.

Şimdilik hoşçakalın,
Sevgiler

5 Kasım 2010 Cuma

İşte Bu da Fuar'dan İlk Fotoğraf


İşte fuar standımız hazır oldu. Aslında içimize sinmeyen eksik kalan tarafları var ama yine de laf aramızda standart bir stand ancak bu kadar orjinal hale getirebilirdi:-) Umarım siz de gelirsiniz ve beğenirsiniz. Bu arada standda tekstil ürünleri %40-%50 indirimli bilginiz olsun.


Sevgiyle kalın,

4 Kasım 2010 Perşembe

BU DA GECE ÇALIŞMASINDAN BUYRUN


Akşam 21:30'da başlayan çalışma gece 1 sularında daha bu haldeydi. Sabah ola hayrola yetişecek inşallah.

3 Kasım 2010 Çarşamba

EKOLOJİ FUARI ŞEHRİN GÖBEĞİNDE


Sevgili Anneler ve babalar,

4-7 Kasım tarihlerinde İstanbul'da Ekoloji fuarı var. Fuarın en güzel kısımlarından birisi Fulya'da olması. Şehrin göbeğinde hem de satışa açık bir fuar. Kapbula Organik Şeyler standında %100 organik GOTS ürünleri standımızda yerini alacak. Bu gece oradaydık hazırlıklar için hatta sorumsuz anne olarak Ali Bey'i de götürdüm o da çeşitli aşamalarında yardım etti sağolsun. Yarın başlayan fuara herkesi bekliyoruz.

Sevgiler

5 Ekim 2010 Salı

Termal Atlet Çılgınlığı

Herkese merhaba,

Bu aralar sık sık ara vererek yazıyorum farkındayım. Sanmayın ki paylaşmaya ihtiyacım yok ama vaktim hiç yok. Sürekli bir vakit problemi çekiyorum. Neredeyse hiçbir şey yapmaya vaktim kalmıyor. Bir de üstüne üstlük akşamları 22:30 sularında uyuya kalınca ne bloguma yazabiliyorum ne de gece çalışmalarımla evde ha bir gayret bitirdiğim koleksiyon çalışmalarıma vakit bulabiliyorum. Bu erken uyuya kalma durumu beni fena halde sekteye uğratıyor. Neyse uzun bir girizgahtan sonra gelelim başlıktaki konuya.

Yaklaşık 2 yıldır Kapbula markası var. Kalitesi ise her kullanan anne ve çocuk tarafından tescilli diyebiliriz. Bu konuda çok titiz davranıyoruz. İç çamaşırlarımız çok beğeniliyor tabi bu arada her çocuğun vücut yapısı bir olmadığı için nadir de olsa kalıbın küçük geldiği ya da rahatsız ettiği çocuklar da olmadı değil. Ama yumuşaklık, dikişlerdeki detay, etiket falan derken çocuklar bizim çamaşırlar ile çok rahat ediyorlar. Bir süredir thermal atlet arayan anneler türedi. SÜrekli aynı soru termal atlet var mı? Termal atlet var mı? Bizim çocuk çok terliyor thermal atlet terletmiyormuş mutlaka ondan almalıyım. Öncelikle söylemeliyim biz Kapbula olarak thermal atlet yapmıyoruz. Yanlış bilmiyorsam vücut ısısını korumak için kullanılan bir atlet. Özellikle kayak falan yapanların kullandığı bir atlet. Terletmemek üzere değil de vücut ısısı dışarı kaçmasın diye bir atlet. Malum karda kışta bir saat kayıyorsunuz donamamanız için bir termal atlet şart olabilir. Fakat eğer böyle bir iklim koşulu yoksa termal atlete ne gerek var onu bilemiyorum. İkinci olarak bu termal atletlerin benim piyasada gördüklerimde %50 naylon %50 viscos oluyor. Vİscos bir tür selülozdan yapılan (yanlış bilmiyorsam) bir iplik gerisi de naylon. Çocuğun vücut ısısı dışarı çıkmasın diye ben sentetik bir atlet giydirmek istemem. Terletmeyen bir ürün ise kullanmaktan itina ile kaçarım. Insan doğası gereği terlemeli, vücudundaki toksinleri atmalı, hayatın ve sağlıklı döngünün içinde bu var. Normal bir insan terlemeli. Ha evet aşırı bir terleme varsa o zaman doktor kontrol etmeli acaba bu çocuğun metabolizmasında bir sorun var mı? Yoksa çocuğu terletmeyelim diye uğraşmamalı. Aksine terlediğinde çok iyi emebilecek bir çamaşır giydirmeli. Biz de Kapbula organik şeyler olarak %100 organik standartlarda GOTS sertifikası ile ürettiğimiz %100 organik pamuk ürünlerimizin teri emdiğini ve çocukları rahat ettirdiğini biliyoruz. Ama ekstra bir terlemeyi önleyici özelliği ya da ısıyı içeride tutma özelliği yok. Isıyı içeride tutma da hava aldırmadığı için sağlıklı bir durum değil ama annelerin bazıları takılmış durumda termal atlet arıyorlar. Yine yazıyorum karda buzda sokakta dağda kalınacak bir durum varsa düşünülebilir onun dışında benim fikrim çocuğun vücudunun nefes alması,terlemesi en doğalıdır. Mühim olan teri sırtında kurumasın.
Başka bir gün başka bir konu ile yeniden buluşmak üzere.
Sağlıklı günler dilerim.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Çok oldu yazmayalı

Evet bu ne hareketsiz bir blog? Hiç mi yazacak birşeyin yok diyorsunuz biliyorum ama özür dilerim bu aralar inanılmaz bir tempo, inanılmaz yoğunluk gece saatlerine kadar çalışmalar, sabaha kadar uykusuz geceler, kış koleksiyonu, mağazaların eksikleri derken 5 saat falan uyuyabilirsem öpüp başıma koyuyorum. Ekonomi sıkışık, kimseler alışveriş yapmıyor. Yine de çok şükür 3-5 birşey oluyor ama mağazaları ayakta tutmak bu devirde çok zor. Çok dertlenmişim herhalde bu kadar ayrılıktan sonra yazmaya başlayınca ağzımdan dökülen ilk laflara bakın. Allah daha beterinden saklasın. Bu aralar organik piyasasında bür sürü batan firma varmış diye duydum. Herkes için için zor olan piyasa koşulları organikçiler için daha zor sanırım. Bir taraftan arzı da sınırlı bir ürünü satmaya çalışıyorsunuz. Yaz boyunca biz kozmetik ve temizlik malzemelerinde bu sıkıntıyı yaşadık. Ne kadar çok müşterimizi bekletmek zorunda kaldık bilemezsiniz. Yurtdışında ürünlerin bir kısmı bitiyor fabrikalardan çekmek için malın yeniden üretilmesi bekleniyor o malın da gümrük şu bu işlemleri diyesiye gelmesi 1.5 ayı buluyor. Şİmdi tüketiciyi alıştırıyorsunuz ürüne, çok memnun kalıyor fakat çamaşırını yıkayacak ne o sıvı sabun kalmadı. Ay ne kadar zorlandık bilemezsiniz. Kozmetik keza öyle seyahat boyları kalmıştı firmanın elinde habire bidi bidi boyları sattık. Niye çocuk yıkanmayacak mı 1.5 ay tabi ki hayır ama anne o kadar memnun ki başka birşeyle yıkamak istemiyor. Neyse dün itibariyle tüm ürünler raflarda yerini aldı artık biz de rahat müşterilerimiz de rahat. Bu arada bizim yaz koleksiyonunda başımıza geleni anlattım mı hatırlayamadım ama kısaca yazayım organik üretimin zorluğu da bir nebze olsun anlaşılsın. Biz çocuklar için bir yaz koleksiyonu yaptık. İplikler boyanacak çizgili kumaşlar var polo pike t-shirtler var falan neyse herşey gayet güzel bu sefer renkleri erkenden seçtik, rapor boyları tamam nisan sonu gibi bizim çocuk yaz koleksiyonu raflarda olacak. İplikler çekildi bu arada özel iplik kullanıyoruz neyse boyahaneye gitti 4 hafta sıra bekleniyor harika bekledik sıramızı bizim iplikler makinaya takıldı ve taaaak bir parça kırıldı makinada. Ne iplikleri çıkarabiliyoruz oradan başka bir boyahaneye gidebiliyoruz bu arada gitsek bile orada bir 3-4 hafta daha bekleyeceğiz bu arada organik sertifikasyon ile bu işi layığı ile yapan birkaç iyi boyahane var bunların hepsi de ağzına kadar dolu. Parçanın yurtdışından gelmesi beklendi, parçayı buradaki teknik ekip takamazsa Almanya'da mühendis gelecek falan derken ipliklerin boyanıp gelmesi haziran sonu eee siz o ipliği alıp örseniz dikseniz paketleseniz ve mağazalara getirseniz Temmuz ilk haftası olacak biz ne yaptık mecburen iptal ettik bu durumda bir sürü müşterimize karşı mahçup olduk. Neyse ki başka bir koleksiyon eklendi de bir miktar rahatladık ama yine de organik üretimin sürekliliği için daha çok fırın ekmek yememiz lazım. Şimdi gidip çalışmalıyım. Sevgiyle kalın.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Kürkçü Dükkanı

Eveeeet Tilki'nin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır diye boşuna dememişler. Tatil kısa sürdü, tadı damağımda kaldı ama işimi ve Istanbul'daki hayatımı da çok özlemişim. Yani insan ne kadar kendini tutmaya da çalışsa (benim gibi boğazına düşkün bir insan için bu çoğu zaman mümkün olmuyor) açık büfe olayı çok tehlikeli. Tatilden kilo alıp gelmek buna diyorlar herhalde. Ayol herkes yazın kilo verir ben kışın verip yazın alıyorum çok fena halde bir terslik var bu durumda. Insülin direncim için içtiğim ilaç uzun zamandır esamesi okunmuyor. Doktorun dediği günde 5 öğün yemek genelde 2 olarak günü tamamlıyor. Bu çoğu zaman öğle sularında yapılan bir kahvaltı ve akşam 22 civarında yenen bir akşam yemeği ile son bulan bir gün içinde ne kadar sağlıklı kalınabilir ve insülin direnci nasıl düzgün bir seviyede tutulabilir sorarım size.

Bir önceki yazımda kaldığımız otelin ne kadar çevreci uygulamaları var onları yazacağıma söz vermiştim. Bloguma bakarken uzun süredir yazmadığımı fark ettim ve bu arada verdiğim sözü de yerine getireyim dedim. Otel çevreci miydi yoksa ekonomik bir saikle mi o uygulamaları başlattı bilemiyorum ama havluları hergün değiştirtebilirsiniz, yere atarsanız değiştir askıda bırakırsanız ya da koltuk üzerinde o zaman değiştirme demekmiş. Biz tabi ki yere atmadık kendilerini sürekli el üstünde tuttuk ki zırt pırt yıkamaya gitmesin. 6 günde 6 defa değişen 6 adet havlu demek 36 adet havlunun yıkanması, kurutulması, ütülenmesi bu oranda su, sabun(korkunç kimyasaaaal) ve elektrik tüketimi demek olacak. Güzel bunu çoğu otel yapıyor zaten. Sanırım aynı sebeplerden çevreyi düşünmekten ziyade kendi ceplerini düşündükleri için. Ama olsun bu da bir yol. Ha bir de çarşaflar var ki onlar zaten daha da fena. Sorarım size kim evinde hergün çarşafını değiştiriyor, havlusunu değiştiriyor. Biz vallaha değiştirmiyoruz. Havlu daha sık değişebilir ama çarşaf bence 10-15 gün ideal bir süre. Eee tatildesin diye hergün mis temiz çarşafta yatmanıza ne gerek var. Üzerine bir çevreci kart bırakırsanız değiştirmiyorlar ama jilet gibi düzeltiyorlar bırakmazsanız o kartı o zaman fırt değiştiriveriyorlar. Tabi biz ne yaptık kartı hergün üzerine koyduk. Bir gün koymayı unutmuşum fırt değiştirmişler çok sıkıldım ama yapacak birşey yok. Gidip çamaşırhaneden kendi çarşafımızı bulma şansım yoktu:-)

Tüm bu uygulamalar çoğu işletmenin çevreci uygulama altında yaptığı ama aslında kendi bütçeleri için yaptıkları uygulamalar. Ben esas bu tip bacasız fabrikalarda, çevre için başka neler yapılıyor mesela onu merak ediyorum. Su arıtmaları ne durumda, Otellerin mutfaklarında kullanılan cihazlardan çıkan bir gaz var mı acaba doğayı kirleten ne bileyim mesela otelin tüüüüüm çamaşırları ne ile yıkanıyor çok mu kimyasal yoksa ekolojik yıkama malzemeleri kullanıyorlar mıdır? Ama maalesef ben birirsine ekolojik bir konuda soru sorunca mesela biz organik şeylerle masaj yapıyoruz diyen masajı anlatan adama aaa sertifikası nedir diye sorunca eşim gözlerini pörtletip artık ...... çıkartma organik dedi işte adam bakışı attığı için otelin yetkili personeline çevreci uygulamalar ile ilgili sorular soramadım.

Çocuk konseptli otele gitmekten bir süreliğine vazgeçtim şimdi merakla Side'de sanırım bir ekolojik otel varmış onu denemeyi bekliyorum. Araştırma yapıp hatta ileride bir gün deneme fırsatım olursa kendileri hakkında da yazmak isterim.

Sevgiyle kalın

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Ne Tatil Ama

Ne kadar zamandır soluksuz çalıştık bilemiyorum. Yeni bir iş bir sürü sorumluluk hatta bir sürü sorun derken kısa bir tatil kısmet oldu bize de. Eşim artık sürmenaj olmak üzereydi. Daha fazla dayanamayacağım kısa bir nefese ihtiyacım var dedi. Bizim geleneksel aile tatilimiz her yıl bir hafta gibi kuşadasında geçiririz. Harika bir otel var. 10 yıl oldu mu bilemiyorum ama Ali yoktu hatta evlenmemiştim biz oraya gitmeye başladığımızda sanırım. O zaman 10 yıl olmuştur. Pine Bay diye bir otel. Harika bir yerdir. En iyi tarafı denizi. Hiç Kuşadasının içindeki sahil gibi değil. Otel bir koya kurulu adından da tahmin edilebileceği gibi çamlarla kaplı. Tesis tüm koyu kaplıyor. Ellerinden geldiğince doğasına zarar verilmeden yapılmaya çalışılmış. Herşey çok güzel. Bu sene ramazan ve ev tadilatları münasebetiyle biraz geçe kalınca bu aile tatili eşim dedi ki dayanamıyorum kaçalım Istanbul'dan 4-5gün bile yeter nefes almam için. Kadınlar daha mı dayanıklı oluyor yoksa ben onun kadar çok sorunla uğraşmıyor muyum bilmiyorum ama bana o kadar bunaltı gelmiyor Istanbul'da. Tabi kim sevmez tatili belki de ben kendi işimi yapıyorum gece gündüz sabah akşam iş yapıyorum, Ali Bey ile ilgilieniyorum, evin işleri ile ilgileniyorum, vergi, ödeme, banka işleri falan derken bir sn boş vaktim olmuyor ama olsun şikayet etmiyorum. Allah sağlık ve güç kuvvet versin yaparım diyorum. Belki de kadınların genetik kodlaması böyle ya da benim annemin genetik kodlamsı bize de sirayet etmiş. Günlük eziyet dozumuzu almazsak rahat etmeyiz biz Reşat'In kızları ile torunları. Teyzoşlarım da annecim de hep öyledir. Saç süpürge olmalı hem de neredeyse herkes için yapılmalı. En çok da eş, çocuklar, akrabalar, arkadaşlar, komşular derken bu liste uzar gider. Allah allah konu nasıl buraya geldi. İşte pırtı çeneliğimin bir örneği daha. Ne anlatacaktım nerelere geldim. Sonuç olarak eşimle ve oğlumla kısa ama güzel bir tatile çıkmaya karar verdik veeee işte Antalya'dayız. 41 derece sıcakta ama hayatımızdan memnunuz. Ama en memnun olanımız Ali Bey. Inanamazsınız tatilin keyfini o çıkarıyor. Bizi de olabildiğince sömürüyor. Okul tatil olduğunda şöyle söylemişti anne bütün kış Elifle (bakıcımız) oturdum yazın benim de tatile ihtiyacım var. ELif gitsin biz de tatile gidelim. Evet arkadaş bu şekilde yaklaşıyor olaya. Kışın anne baba çalışır o da okula gider yazın 3 ay tatil yapılır maaile ve non-stop kendisi ile ilgilenilir. Neyse olay biraz açıklandıktan sonra malumunuz üzere arkadaş Ankara'ya gitti. Annenecik ve Yektacık inanılmaz bir performans sergilediler. Arkadaş Ankara'dan gelmek istemedi. Lakin 15 sene sonra anneannecik Yektacığı ev tadilatı için ikna ettiğinden bu yıl ev tadilata girdi ve Ali Bey Istanbul'a döndüüüüü. Şimdi Ankara'daki tadilatın bitmesini büyük bir hevesle bekliyor. Zira Ankara'da kral Ali Bey.
Gelelim Antalya'daki tatile. Burası çocuk konseptli 2007'de açılan bir otel. Arkadaş hayatından çok memnun ama şunu söylemeliyim. Orada çocuk konseptli birşey olsun birçok şey onlara göre düşünülmüş olsun bizim canavar bize yapışıp bizi sonuna kadar kullanmakta ısrarcı. Playbarn'a giderken bile pazarlık ediyor. 1 saat sonra mutlaka gelip alın. Ben burda yemek yemem. Bugün gitmem yarın giderim. Kaydıraktan kayalım su kaydıraklarından. Çocuk havuzuna salyım. Dalgalarla boğuşalım. Derken elin anne babalarının neden bebelerin eline PSP verdiğini şimdi anladım. Ali daha bebekti bir restoranda bir aile oturuyor çocuk elindeki PSP'ye kitlenmiş oyun oynuyor kadın ve adam da raha trahat sohbet edip yemek yiyor. Yanlarında 6 yaşında bir erkek çocuk var yok farkında bile değiller. Bazen benim de içimden gelmiyor değil. Bizde PSP hala sınırlı saat kullanılıyor. Ama kurtarıcı olarak yanımda taşımaya başlayabilirim her an. Şimdi gitmem lazım. Otel ile ilgili ve çevreci uygulamaları ile ilgili detayları bir sonrakinde yazacağım.

Sevgiyle kalın

15 Temmuz 2010 Perşembe

15 gün Ali'siz nasıl geçti

Aman Allah'ım ilk günler çok zor geçti.Kendisine belli etmemekle birlikte skype'dan ilk kendisine baktığımda gözlerim doldu. Ilk defa Ali Bey'den uzak kaldık. Hep diyorum zaten çocuklar anne babadan ayrılmaya hazır ama anne babalar özellikle anneler ayrılmaya hazır olmadığı için çocukları eve bağlıyorlar. Eşim Ali Bey'in bu özgür ruhundan, bize bağımlı olmamasından çok memnun. Adam kendi menfaatine olan duruma anında adapte oluyor. Tabi anneannecik ve dedeciğin de rolü büyük. Inanılmaz bir performans sergilemişler. Neredeyse hergün bir program yapılmış. Her sabah bahçede 1 saat bisiklete binme, parkta oynama yapılmış. Bazı günler havuza gidilmiş. Daha ne olsun. Tabi arkadaş geri dönmek istemedi. Yaz sonuna kadar Ankara'da kalacağım diye ısrar etti. Annemlerde de tadilat var ev yıkık ve dökük vaziyette şu anda. Ali Bey de hararetle anneannecikteki tadilatın bitmesini bekliyor. Ankara'ya gidecek. Okul bittiğinde söylediği ilk cümle bütün kış boyu evde Elif'le durdum yazın da durmamı beklemiyorsunuz herhalde. Benim de bir tatil yapmaya hakkım var. Aman Allah'ım biz bu canavara nasıl yetişeceğiz. Bu arada çocuk yokken hayat nasıl geçti diye sorarsanız enteresan bir şekilde yavan geçti. Bir iki akşam sinema yapıldı bir akşam sevdiğimiz bir arkadaşlarımızla yemeğe gidildi başka da birşey yapılmadı hep çalışıldı. Malum Türkiye'nin en bir şahane organik kıyafet markamızı ve zincir mağazalarımızı :-) yaygınlaştırmak için çok çalışmak lazım.

Sevgiyle kalın

8 Temmuz 2010 Perşembe

Havalar Isındı mı? Yaz geldi mi?

Bugün Istanbul'da hava oldukça serin bir esinti bir esinti. Sabah işe gelirken uçuyordum az daha. Mevsimler mi kaydı küresel ısınma dedikleri bu mu acaba? Temmuz ayında havanın böyle olması normal mi? Hava durumu tahmincilerinin söylediği mevsim normalleri mi bu yoksa mevsim anormalleri mi? Zaman içinde yaşadıkça göreceğiz sanırım. Eğer gerçekten küresel ısınmanın yarattığı anormalliklerse o zaman kara bulutları dağıtmak için ne yapmak lazım. Çevreci aktivist biraz da deli olursanız iş kolay. Aman su açık kalmasın, elektrik boşa tükenmesin, arabayı kirli kirli de kullanıyorum ayağımı yerden kesiyor ve istediğim yere götürüyor, kağıtların arkalarını da kullanalım, işi bitince geri dönüşüm çöpüne atalım, satın aldığım ürünlerin ambalajları çok küçük olmasın ki ne kadar az plastik çöpe giderse o kadar iyi olur, organik meyve sebze alalım, Ali Bey'e organik iç çamaşırı olsun, aman konvansiyonel pamuk çok doğayı kirletiyor, organik içerikli sülfat paraben ve petrol türevi girdi içermeyen şampuan, krem olsun hem doğa kirlenmesin hem oğlumun vücudunda kimyasal birikmesin derken derken bir bakmışım hayatım bu çevre hastalığı etrafında dönüyor. Ne yalan söyleyeyim bazen yoruluyorum ama es kaza plastik şişeyi, kullandığım kağıdı normal çöpe atınca vicdan azabı çekiyorum. Diyorum ki daha çok anne bu işe dikkat etse o zaman esas üretim gücü elinde olan dev firmalar da pazar payı kaybı endişesi ile daha fazla çevreye doğaya yönelik üretim iyileştirmeleri yaparlar diye düşünüyorum. Daha çevreci sağlıklı ve güzel bir gün dilerim.
Sevgiyle kalın

25 Haziran 2010 Cuma

Sineklerden uzak durmanın yolları

Geçenlerde bir e-mail geldi. Yabancı bir siteye üyeyim. Ekolojik ürünlere, doğal yöntemlere ve organik ürünlere meraklı bir doktorun sitesi. Oradan gelen e-mailda sivrisineklerden korunmanın yollarını yazıyorlardı.
Birkaç madde ben de onlardan alıntı yapıp buraya koyuyorum.
Çok renkli kıyafetler giymemeliymiş sinekler canlı renkleri tercih edermiş
Sinekler bazı parfümleri tercih edermiş o sebeple şampuan, krem ve sabunlarımızda parfüm ya da esans olmamasına özen göstermeliymişiz
Bir de çok ısırma saatlerinde fazla dışarıda durmayacakmışız. (Bu biraz komik olmuş bence. Yok artık daha neler sivrisinek var diye içeri kapanalım) İlk iki maddeye dikkat edelim. Birkaç tanesi bana yapılamaz gibi geldi.Onları da yazmadım. Durgun sudan uzak duralım. Iyi göl kenarına falan gitmeyiz oralarda hakikaten çok sivrisinek olur. Hem de baba sivriler olur. yedi mi adamı bitirir. Bir de sürülebilecek bir ilaçtan bahsediyor. Ama 3 yaşın altına bu tip ilaçlardan sürmemek gerekiyormuş. Türkiye'de de satılıyor bazı ürünler buna ilişkin. Özellikle lemongrass kokusunu sevmiyorlardı galiba hayvanatlar, bitkisel olup da içinde lemongrass olan bir ürün varsa onu kullanabilirsiniz.Ben de rastlarsam buradan yazarım.

Sevgiyle kalın

23 Haziran 2010 Çarşamba

Nihayet Pasaport Çilesi Bitti

Pasaport işinden ne kadar yoruldum anlatamam. Allahım benim bu ara işlerim hep mi ters gider? Bir ay kadar önce pasaport için randevu aldım 16 Haziran sabahı başvuru için gittim. Sabah 9:30 randevusuydu. Ali Bey'i de istiyorlardı falan neyse. Aynı gün sabah erken bir toplantım var. Ona da katılmam lazım. Falan derken biraz erken gittim. Olur da önümdekilerin işi çabuk biterse hemencik girelim diye. Sabah 8'de Ali Bey uyurken vardık emniyete. Neyse lafı uzatmayayım bizim randevu 9:30 bizi saat 11'de aldılar. Sistem bozulmuş. Önce o tamir oldu. Neyse öbür toplantı badem oldu falan derken saat 11 içerdeyiz. Allah'ım diyorum sana şükürler olsun nihayet pasaport memurunun karşısında popom yer gördü ve oturduk işlemleri yapıyoruz. Benim işlemim bitti imzayı attım. Kısa bir oh çektim. Arkasından Ali Bey'in işlemleri derken memur bey demez mi İlkadım ilçe mi? Benden cevap pardon??? Bizim kütüğümüz Samsun'a kayıtlı. Nüfus cüzdanlarımızda Samsun Merkez yazıyor. Daha 3 hafta önce muhtelif noterlerden muvafakatname düzenletmişiz aynı kimlik ile. Biraz evvel benim işlemimi yapmış olan memur diyor ki nüfus cüzdanı değişmeden bu iş olmaz. Ay çıldırıcam. Samsun'u aradım babam dedi ki evet evladım İlkadım ilçe oldu. Allah'ım beni mi buldun??? Gidersin nüfus idaresine öğle tatili olmadan nüfus cüzdanlarımızın yenisini aldık. Yeniden karakola geldik. Sanıyorum ki hemen alacak işlemi yapacak. Dedi ki sizi yeniden sıraya soktuk. Eksik evraklılar aralarda alınacak. Alır mıyız alamaz mıyız bilemiyorum dedi. Tam el cinnet durumu. 5 yaşında bir çocuk Allah var neredeyse melek gibiydi. Baktı ki ben çok eziyet çekiyorum getirdiğimiz birkaç oyuncak ile oynadı. Biraz resim çizdi ve sonuç itibariyle sabah 8 ile 14:30 arasında orada durdu. Aa bu arada siz çocuğu gördünüz onu eve götüreyim ben geri geleyim diyorum. Hayır olmaz çocuk da duracak diyor. Yaa ne yapıyorsun bu çocuğu gördün işte. Bak bakacağını götüreyim bari ona eziyet olmasın sonra beni kaça kadar bekletiyorsan beklet. Neyse ona da hayır dedi. Biz bekledik bekledik bekledik ve nihayet işlemi yaptık. Dedim ki 5 yıl daha görüşmeyelim lütfen. Bu arada iki gün evvel de fiyatlar yarı yarıya indi mi. İşte benimki de bahtsız bedevi kıvamında çölde kutup ayısı misali. Oradan da kazığı yedim. 850 lira bana kapak oldu. Bugün sabah postaneden aradılar. Öğlene kadar pasaportunuzu getiriyoruz sakın bir yere çıkmayın dediler. Aaa dedim iki elim kanda olsa beklerim. Neyse öğleden önce geldi gerçekten pasaportlar elimizde. Artık nerelere gitsek kara kara onu düşünüyorum.
Pasaport başvurusuna gidecekseniz benden tavsiye nüfus cüzdanınızı kontrol edin. Çocuk varsa muvafkatnameye dikkat. Aman sakın eksik evrak ile gitmeyin.

Sevgiyle kalın

14 Haziran 2010 Pazartesi

BPA'sız biberon

Geçenlerde internette gezerken bir annenin blogunda gördüm 2009 sonlarında sanırım yazılmış Türkiye'deki bazı biberonların BPA içerdiğini, bunu ithalatçı firmalara yazdığını, firmalardan bunun insan sağlığına zarar vermeyecek seviyede olduğu şeklinde cevap geldiğini ve maalesef üzülerek ithal edilen biberonların BPA'lı olduklarını ama aynı markanın BPA'sız olan ürünlerinin Kanada, Amerika gibi gelişmiş ülkelerde satıldığını öğrendiğini yazmış. Bu birçok üründe olabilen birşey. Plastiklerde olan bir madde. Phthalate ve Bisphenol A ve maalesef insan sağlığına zararlı iki madde çocuk oyuncaklarında, plastik deniz oyuncaklarında ve birçok üründe olabilir. Yanlış bilmiyorsam birisi plastiğe şeffaflık veriyor diğeri de yumuşak ama yırtılmaz olmasını sağlayan iki kimyasal, çok emin değilim yalnız. Yapılan araştırmalarda bu maddelerin östrojen hormonunu taklit ettiğini ve erken yaşta kız çocuklarında ergenlik, erkek çocuklarında da aşırı östrojen hormonundan cinsel bozukluk olabildiği tesbit edilmiş. Şimdi bir anne olarak bu tip maddelerin içerik olarak olabileceği ürünleri kullanıp da riske atmak ister misiniz çocuğunuzun sağlığını. Burdan olayı ithalat macerama bağlıyorum ve işte seyredin eğlenceyi.
Şimdi tam tarih hatırlamıyorum ama tam GDO meselesinin patlak verdiği dönemde bizim biberonlar gümrüğe girdi. Bir gümrük firması bulduk tanıdık vasıtasıyla çünkü oldukça riskli işler. Güvenilir bir firma ile çalışmak lazım. Neyse firma bizden bazı evraklar istedi biz de Almanya'dan istedik falan derken evraklar geldi gereken işlemler yapıldı. Ben zannediyorum ki 1 haftada falan biz ürünleri mağazada satmaya başlayacağız. Nerdeeeee 2.5 ay sonra mallar elimize ulaştı inanabiliyor musunuz. Neden mi öncelikle Tarım Bakanlığına teste gidiyor Avrupa'dan geldği içinve bilmem ne belgesi olduğu için TSE o standardı kabul ediyor ama bebek ürünü ve gıda ile temas ediyor diye bıt bıt testi oluyor. Arkasından bilmem ne yapılıyor. En son evraklar tamamlanacak ve gümrükten geçme izni verilecek. Dediler ki söyle bir vrak olmalı. Ürünün Fransada üretildiğine dair ve içeriğinin ne olduğuna diar. Tamam dedik. Biz yazıyı hazırladık dedik ki buna benzer bir evrak lazım. Almanya'daki adamlar da hiçbir şey anlamıyorklar. malum onların standart ölçütleri çok daha yüksek. Hepsine uyuyor ama Türkiye malı kabul etmiyor. Olsun diyoruz yılmıyoruz. Evrakı hazırlıyor adama imzaya gönderiyoruz. Siz bu yazanları kabul ediyorsanız imzalayın gönderin. Adamcağız e-mail atıyor. Yok diyoruz ıslak imzalı olacak. Eeee print al diyor. Hayır diyoruz siz bilmezsiniz ıslak imzalı olacak. İmzala onu da bize normal postaya ver. Peki diyor adam sağolsun yolluyor. Evraklar geliyor, o ne. Gümrükteki memur yok diyor burada şu kodlar yazacaktı. E ama kardeşim biz sana gösterdik evet dedin adama imzalattık gönderttik şimdi değiştirmek oluyor mu. Hayır diyor adam değiştirin bunu. Tekrar yolluyoruz Almanyadaki adama düzeltilmiş halini. Dİyoruz ki bir sn bekle. Gümrükteki adama onaylatıyoruz bu doğru mu. Evet evet diyor. ALmanya'ya tamamdır imzala yolla diyoruz. 3 gün sonra evrak geliyor ve gümrükteki memur aaa diyor burada şu da yazmalıydı. Onu da yapıyoruz artık bu son olsun lütfen derken onda da başka birşey buluyor. Ve böyle böyle derken en son Made in France yazısı yan yana olmadığı için bize yazıyı değiştirtiyor. Almanyadaki adamda peygamber sabrı mevcut bu arada çok şükür son defa yolluyor. Ama bu arada adamdan her seferinde ezile büzüle istiyoruz evrakı. Neyse 2.5 ay sonra ürünler çıkıyor. BPA yok Phthalate yok. Cam biberon. DIşı silikon. Emzik medical grade silikon. Hi. bir sağlığa zararlı girdi yok. Ama gümrükten geçirmemiz neredeyse 3 ay sürüyor ve mala verdiğimiz paranın 1.5 katını gümrükleme, ardiye ve tabi ki testlere veriyoruz. Bu arada gıda ile temas etmeyen ve Çin'den gelen oyuncaklarda acaba bu kadar çok titizleniyorlar mı diye çok merak ediyorum. BU arada ürün tutuluyor ve biz yaklaşık 1.5 ay içinde distribütörlüğünü alıyoruz ve yüklü adette ürün almak için uğraşıyoruz. Lakin henüz evraklarını halledemedik. Bu arada bir tur getirdin bunların devamınoın işlemleri daha kolay olur yok. Her partide yapacaksın bu işi. Sağlıklı bir ürün mü getirmeye çalışıyorsun, işini doğru yapmaya mı çalışıyorsun tüm engeller karşına dikiliyor. Vazgeçmek geliyor insanın içinden ama bu işe girmemdeki en büyük etken bizim çocuklarımız da en iyisine, en sağlıklısına layık. O zaman yılmadan devam.
Sevgiyle kalın,

8 Haziran 2010 Salı

Bu ne eziyet?

Aaaaaay ben yine çıldırma noktasına gelmiş durumdayım. Çipli pasaport telaşı başlığı mı atsaydım bilemedim. Şimdi efendim cumartesi dünya çevre gününü kutladık. Tüm yurtta ve dış temsilciliklerde sonra pazar günü bir hımbıllık gelmeye başladı. Sanırım havadan ay bir moralim bozuk, bir canım sıkkın neyse. Şimdi benim huyum her işimi son dakikaya bırakmaya bayılırım, kesinlikle planlı ve programlı biri değilimdir ama genel olarak huzurlu bir insanımdır. Seyahate gideceğimiz sabahın öncesindeki gece sabahlar bavul hazırlarım hatta bazı eksikler olursa da gittiğim yerden tedarik ederim. Hiç sıkıntıya gelemem. Haftalar öncesinden plan program yapıp da listeler düzenleyip işe girişemem. Ay neyse ne anlatacakken nereye daldım. Şimdi efendim Italya'da bir fuar var ve ben de oraya gitmek istiyorum. Ve tabi ki bu tip seyahat öncesi olması gereken oluyor ve pasaportumun süresinin sona erdiğini öğreniyorum. Bir koşu emniyet pasaport şubesine gidiyorum. Mayıs ayı sonu oluyor bu ilk ziyaret. Bilgileri alıyorum. Elime bir kağıt veriyorlar ona göre yatıracaklarımı yatırıp eşimin defalarca vırvırlanmalarım sonucu 4 günde çıkartabildiği muvafakatname ile birlikte emniyete gidiyorum. Sıra numarası alacağım diyor ki bayan memur şimdi dolu pazartesi gel. Bu arada ben ay oğlanla vırt zırt derken sağolsun beni alıyor çocuğa eziyet etmemek için. Parmak izlerimi alıyor sonra evet çipli pasaport diyorum bizim oğlan da benim pasaporta kaydolacak diyorum yeni defter diyorum. Ay çıldırıciiim meğer çipli pasaporta çocuk kaydolmuyormuş. Eee nasıl yapıcaz dedim. Bu arada da başları o kadar kalabalık ki haklı olarak kendilerinin ağzından kerpetenle laf alınabiliyor. Neyse sonunda benim de muvafakatname vermem gerektiği, kendisi için ayrı para yatırmam gerektiği ve artık beşiktaştaki emniyetin arkasında bir banko olmadığı defter parasını da sadece Zİraat Bankası'na yatırabildiğimi öğrendikten sonra hafta başında yeniden cebelleşmek üzere oradan ayrılıyorum. Ali Bey'i okula götürüyorum. Arkasından gidip noter işimi, bankalardaki ödeme işlerini hallediyorum. Bu arada ciddi bir servet ödedikten sonra karnımı doyurmak üzere müthiş bir köfteciye oturuyorum. Bu arada yemeğimi beklerken emniyetten öğrendiğim şekilde internetten pasaport randevusu almak üzere bilgisayarımı açıyorum. Vınn'ımı vınlıyorum veee emniyetin sayfasındayım çeşitli aşamaları geçiyorum ama randevu almak ne mümkün. Hatanın ne olduğu da bir türlü yazmadığı için en sonunda klasik yöntem telefona sarıldım. Uzun çabalar sonucu ayın 16'sına randevu alabildim. Bu arada Italya'ya gitmeyi planladığımız tarihin 18'i olduğunu söylemek istiyorum. neyse yine de umudumu kaybetmedim. Pazartesi sabahı giderim derken bizim canavarın yüzme dersini kaçırmamak için attığı taklalara kıyamayarak bugün sabaha erteledim pasaport maceramı. Günlerdir uykusuzluğumun veridiği sabah uykusu problemim nedeniyle 7:30'da başlayan uyanma denemelerim 9'da nihayete eriyor çok şükür Ali Bey'İ de uyandırıp giydiriyorum. Arka yollardan sahile inip gitmek üzere çıktığım yolda bir poaça almak için durmanın dışında aşağı yukarı 2 saat trafik içkencesi çekiyorum. Doğal olarak 11:00 sularında emniyetin önünde oluyorum veeeeee dınınınının otopark kapalı. Zira Çırağan'da devlet temsilcileri ve iş adamları var. Allah'ım bana yardım et diye ya sabır çekerken yakında bildiğim tüm otoparklar da bu etkinlik için hazır olan polis araçları ve bilimum sivil araçlar ile dolu olduğundan beşiktaştan tekrar yukarı çıkıp Ali Bey'İ okuluna bırakıyorum. Allah'ım bu bir işaret mi acaba bu fuara gitmemem mi gerekiyor diye düşünmeye başladım. Canım da çok sıkıldı yazayım rahatlayayım dedim. Yazdım rahatladım oh. Bakalım ne zamana pasaportumu halledebileceğim.

Sevgiyle kalın,

5 Haziran 2010 Cumartesi

DÜNYA ÇEVRE GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN



Bugün çok hoş bir gün. Hava güneşli, sıcaklık iyi en azından sabahın köründen itibaren bunaltmıyor insanı. İçim kıpır kıpır. Çevre günü diye mi yoksa orda burda gazetelerde büyük firmaların ilanlarını gördüğüm için mi bilemedim. Bir umut ışığı mı bu yoksa. Medya da konuya hassasiyet gösteriyor. Büyüüüük firmalar da çevre mesajları veriyor. Aslında birey olarak tüketim alışkanlıklarımız ile ilgili ufak değişiklikler yapıp büyük üretici firmalar üzerinde kanun değişikliğine ihtiyaç duymadan sadece tüketim gücümüzle bazı değişiklikler yaptırabiliriz diye düşünüyorum. Örneğin daha şeffaf olsa herşey ve bilsek ki x ürününün üretimi sırasında doğa y birim kirlendi. Ya daaaa bu ürün üretimi sırasında şimdi ölçülüyor biliyorsunuz karbon ayak izi şu kadar diye. Siz dikkat etmez misiniz daha az karbon ayak izi olan ürünü almaya. Yalnız şu husus çok önemli. Reklamcı arkadaşlar lütfen alınmasınlar ama biz saf tüketicilere herşeyi ama herşeyi pazarlayabilirler değil mi? O zaman aslında kelime oyunları ile aslında çok da çevreye duyarlı olmayan ürünü harika çevre dostu bir ürün gibi gösterebilirler. O zaman sanırım biraz daha bu konu üzerinde kafa yormak lazım. Bağımsız derecelendirme kuruluşları olsa, bilim insanlarından oluşsa ve bu kişilerin de gelir kaygısı olmasa. Onların işi bize gelen ürünlerin üretim sürecinde ama tüm girdilerin de üretim süreçleri dahil doğaya verdiği zararları hesaplasa ve çalışanların sosyal güvenceleri olup olmadığı, çocuk işçi çalıştırıp çalıştırmadığına, hijyen ve sağlıklı bir ortamda çalışanlarına iş imkanı sağlayıp sağlamadığına göre bir rating verse. Bildiğim kadarıyla buna benzer bir çalışma Amerika'da yapılıyor. Bizim ülkemizde de olsa. O derecelendirme de mutlaka ürün ambalajında olsa. Şimdiki gibi mesela bir ampulun üzerinde enerji tasarrufu yazıyor yanına da bir yaprak koyuyor öyle olunca çevreci bir ürün oluyor ne bileyim bir sürü örneği var bunun. Dünyada buna bir de isim vermişler Yeşil Badana diyorlar. Göz boyama gibi. Aslında bir ürünün çevreci olup olmadığını değerlendirirken nihai kullanımda sağladığı kaynak tasarrufunun yanı sıra üretiminin her aşamasında sağladığı kaynak tasarrufu hesaplanmalı. Neyse ben bu konu üzerine sayfalar dolusu yazarım, kah sinirlenirim kah üzülürüm. Malum dilimin pırtı olması gibi elim de pırtıymış. Yazarım da yazarım, o sebeple burada nokta koyuyorum. Her ne kadar bugün Dünya Çevre Günü diye başlıkta kutluyorsam da böyle tek günlerden çok hoşlanmıyorum. Her gün çevre günü her gün sevgililer günü her gün anneler her gün babalar günü olmalı.

Sevgiyle Kalın,

2 Haziran 2010 Çarşamba

Doğal Güneş Kremi

Merhaba,

Kapbula Mağazalarında yeni bir ürün satışa çıkardık. Malum havalar ısındı, her ne kadar bugün İstanbul'da ara ara yağmur çiseler gibi olsa da çok kısa süre içinde kavurucu güneşe maruz kalmaya başlayacağız. Hem kendimiz için hem de bonbon şekeri çocuklar için müthiş bir ürün. Daha doğrusu birkaç ürün. En önemli özellikleri BPA, Phthalate, Paraben, SLS, Gluten (ilginç) 1-4 Dioxane içermeyen başarılı bir ürün. Iki ölçüde var. 100ml ya da 58ml bir de en pratik olanı (hemen çantamda taşımaya başladığımı belirtmeliyim) stick şeklinde olanı. Hop burnuna, yanaklarına kısa saçlı erkek anneleri için kulakların kurtarıcısı stick pıt pıt sürülebiliyor. Aslında firmanın Türkiye'ye getiremediği bir ürünleri daha var. Anne öpücüğü diye çevirmişler ama Sağlık Bakanlığı ya da Tarım Bakanlığı izin vermemiş. Çünkü üzerinde yara iyileştirmeye yarar yazıyor. Yani kendisini ilaç statüsüne sokuyorlar. Halbuki ilaç değil ama işte bazı kelimelar Bakanlıklar tarafından kabul edilmeyebiliyor. Bizim yılan hikayesine dönen biberon emzikleri gibi. Yalnız ithalatçı firmadan bir numune alma şansım oldu. Ne yalan söyleyeyim Ali Bey'in sırtındaki kaşınan ve kabuk olmuş yaraları iki günde iyileştirdi. Bir gün size ithalat maceramı da anlatayım.

Sevgiyle kalın,

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Çok Olmuş

En son anneler gününde yazmışım çok olmuş. Aradan Ali Bey'in doğum günü geçti. Batu Bey rüzgar gibi geldi geçti. Yavru konjüktivit olmuş gözü. İngiliz'in mikrobu da pek kuvvetliymiş ekonomik krizi gibi konjüktiviti de kolayla geçmiyor.
Ali Bey'in doğum gününe gelip en plastik oyuncaklardan getiren tüm sevdiklerimize teşekkür etmek istedim. Benim gibi çevre hususuna takık bir anne için her ne kadar sinir bozucu da olsa Ali Bey hayatından çok memnun.

9 Mayıs 2010 Pazar

Annelik Ne Güzel Şeymiş

5 senedir hayatın anlamı çok başka. Annelik ne güzel şeymiş tüm zorluklarına rağmen. Bana hergün anneler günü gibi deliye hergün bayram misali. Oğluşu kucağıma aldığım gün dün gibi. Ara çok açıldı ama ikinci bebeği alma zamanı da geldi sanırım. Oğlan da sorup duruyor benim ne zaman kardeşim olacak. Malum en yakın arkadaşının kardeşi oldu okuldaki en yakın arkadaşının da bir kardeşi var. Etkileniyor adam. Anne karnına girdi mi kardeşim. Anne yarın doğuyor mu? Oğlum ben hamile olursam sana söylerim, zaten hamile kalınca da fırt diye doğmuyor 9 ay geçmesi lazım. Adamdan gelen soru; Çooook mu demek yani. Nasıl anlatayım çoook zaman geçmeli annecim. Bir dönem soru bombardımanı vardı annecik ben nasıl oldum bebek nasıl olur? Daha da çok küçük nasıl anlatayım? Dedim ki anne ve baba birbirini çok sever evlenir ve çocukları olur. Bu adamda yer etmiş. Kim evlense sizin çocuğunuz yarın oluyor mu diye soruyor. Geçenlerde yine sordu anne evlenince oluyor da acaba nasıl oluyor. Kitaptan okuduğum şekilde cevap verdim babacıkla anneciğin yumurtaları birleşiyor sonra bebek oluyor. Aaaaa babam tavuk değil ki demesin mi. Ay bayılıcam nasıl anlatsam bilmem ki. Olur mu canım babacıkla anneciklerin yumurtalıkları var. Neyse fazla uzatınca biraz büyümen lazım. Allahtan büyüyünce anlarsın şeklindeki kestirip atma taktiği hala işe yarıyor. Fakat bu açıklama da bir işe yaramamış denebilir. Zira bu sefer de zırt pırt anne sizin yumurtalarınız birleşti mi? Ne zaman birleşecek şeklinde tacizlere başladı. Neyse umarım yakında hamile kalıp kendisinin bu sorularını bertaraf edebilirim.
Bir de unutamadığım bir anneler günü anısı; İkinci anneler günümüzdü sanırım bonbon şekeri ve babacığı 20 dakika kadar yalnız bırakmıştım, işim biter bitmez yanlarına geri dönecektim geri geldiğimde kanlar içindeydi ikisi de. Salıncakta sallanılmış, salıncaktan uçulmuş, hastaneye gidilmiş alından akan kan nihayet durdurulmuştu. Sanırım 20 dakika yarım saat olmuştu.Fakat eşimin gözlerinde o yarım saat en az 3 yıl götürmüştü ömründen. Hiç unutmayacağım bir anneler günüydü. Hepinizin anneler günü güzel geçsin. Ve bu dönemin imkanları yokken, çamaşır, bulaşık makinası hatta buzdolabı olmayan dönemde, bebek bezleri kaynatıldığı zaman iki çocuk, üç çocuk büyüten tüm annelerin de ellerinden ayrıca öpüyor önlerinde saygıyla eğiliyorum.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Kutlama

Selam,

Dün akşamki kutlama için tekne bakıldı. Gerçi başka bir organizayon için bakılıyordu o sırada dün akşam için de bir tekne bakıldı. Aman Allah'ım dudağım uçukladı. 500TL iki kişi çıkıcaz birer balık yiycez ve 2 saat sonra döneceğiz. Dedim ki ne oluyoruz yahu. Tabi ki aklım başıma geldi 2 saat dolaşmak için bir sürü mazot yakılacak. Koskoca tekne denizleri kirletecek. Benim gibi çevreci olmaya çalışan bir anneye hiç yakışmaz, yok dedim teşekkür ederim. Evlilik yıldönümü kutlaması hemen yön değiştirdi ve güzel bir restoranda başbaşa yemek yendi. Gayet keyifliydi. Herkese güzel ve keyifli romantik akşamlar dilerim.
Sevgiler

4 Mayıs 2010 Salı

Evlilik Yıldönümü

Bugün tam 8 sene oldu. Birbiri için çarpan bu kalpler ise tam 12 senedir küt küt atıyor. Inanılmaz sanki dün gibi. Allahım ne kadar genç ve güzelmişim. Şimdi ise hayatın yükü yaşlandırdı e benim gibi yemek yemeği seviyorsanız kilo da aldırıyor. Yani fotoğraflarıma bakınca hem de gelinlik fotoğraflarıma Allah'ım diyorum ne çabuk geçmiş zaman. Bir de annemlere bakıyorum. 37 sene dile kolay. Matematiğim fena değildir ama bu hesap makinaları çıktı çıkalı mertlik bozuldu resmen evlilik yıllarını hesaplamak için hesap makinasına ihtiyaç duydum. Neyse bize de nasip etsin keyifli bir ömür. Bol çocuklu hihi. Geçen seneydi galiba çevreci bir kadın olunca aldığım hediye de öyle bir hediye idi. WWF'nin kaplumbağalarından evlat edinmiştim kendisi adına. Bir de güzel kart hazırlayıp gönderiyorlardı. Çok hoş olmuştu. Allah allah geçen sene miydi yoksa onun da üzerinden birkaç sene geçti mi? Hatırlamakta güçlük çekiyorum. Evlilik yıldönümü diye nasıl bir hediye yapsam kendisine. Almak değil de yapmak sanki daha bir özel hissettiriyor. Başbaşa geçirilen bir akşam tabi evimizin neşesi Ali Bey'e bir formül bulmak lazım. Kendisini belkiiii Deniz Teyzesine götürebiliriz biz de bu acayip Salı akşamını hımm denizde sallana sallana geçirebiliriz. Ay durun ben bunu bir düşüneyim. Başbaşa denizde bir yemek. Bakayım bakalım nasıl olacak. Ben ufak bir organizasyon işine gireyim becerebilirsem size de haber veririm. en azından nasıl geçtiğini haber ederim. Beceremezsem de daha basit bir organizasyon yapıp evde başbaşa yemek, müzik ve ...
Bu arada Allah herkese benim aşık olduğum gibi aşık olabileceğiniz bir adam nasip etsin.

Sevgiyle kalın

30 Nisan 2010 Cuma

Ne Hastalıkmış???

Merhaba,

Kaç gündür yazamadım ama zannetmeyin ki istemedim. Aaaa nasıl bir hastalıkmış saat 22:00 mağazalardan satış rakamlarını alıyorum ve olduğum yerde uyuya kalıyorum. Hiç başıma gelmişliği yok. Fakat gittikçe vücudum ağırlaşıyor. Bir heyecan acaba hamilemiyim diye test yaptım ve "not pregnant" yazısı kör gözüne parmak sokar şekilde çıktı. Zaten bir gün geçmedi malum periyot geldi kapıma dayandı. Neyse dedik bir dahaki aya artık. Fakat bu sefer de başıma bademcik ameliyatı çıktı. Doktor der ki aldırın kurtulun. Zira benimkini gören KBB'ciler beni hastaneden salmaz direkt ameliyathaneye alırlarmış. Cumartesi yeniden gideceğim doktora ve kültür sonucuna bakacağız. Bizim şebeğe dedim ki annecim ameliyat olmam lazımmış. Arkadaşın kulaklarında sıvı olduğu için rahat duyamıyor. Aaa hayır ben ameliyat olmam şeklinde itiraza başladı. Ne şikayet ne mızlanma ama anlatamam yüzündeki ekşimeyi. Sonra hayır oğlum sen değil ben deyince derin bir oh çekti. Sonraki ilk sorusu anne karnını mı kesecekler, ben çok merak ediyorum karnının içini demez mi. Allahım dedim nasıl yani. Oğlum bademciklerimi alacaklar karnımla ne alakası var deyince ama boynunu kesmesinler ölürsün ben sensiz ne yaparım demesin mi. Ay aldı beni bir stres. Anesteziyi alıp bayılıp da ayılamamak var. Tövbe tövbe neyse aldı beni bir stres. Şimdi de güzel şeylerden bahsedelim, becerebilirsem pazar günü Kartal'daki organik pazara gitmek istiyorum. Saat 12:00-15:00 arası kuyruklu piyanosu ile Mark Vella konseri olacak.Ali Bey ile keyifli vakit geçirebiliriz diye düşünüyorum. Hem de bu haftaki organik sebzelerimi pazardan almış olurum.

Sevgiyle kalın

23 Nisan 2010 Cuma

Boncukların 23 Nisan Bayram'ı kutlu olsun



Ali kuzu ve tüm kuzuların bayramı kutlu olsun. Bu ülke ve bu dünya size emanet.

Sağlıkla ve sevgiyle kalın

22 Nisan 2010 Perşembe

Dünya Gününüz Kutlu Olsun



CNN Türk'e teşekkürler ne kadar da güzel bir görsel kullanmış. Bugün Dünya'nın doğum günü 22 Nisan tüm dünyada sembolik olarak kutlanıyor. Malum çevreci bir anne için de önemli bir konu. Dünyamızı korumak, doğayı, çevreyi, en önemlisi gelecek nesillerin hayatını korumak için hayatımızda ufak bir değişiklik yapmalıyız. Her zaman söylüyorum hayatın her aşamasında organik ürün tüketmek mümkün olmayabailir. Bu maddi imkansızlıktan olabilir (bu arada sanıldığı kadar pahalı değil organik ürünler), ürünlere kolay ulaşamamaktan olabilir ama ne yaparsanız yapın zararlı kimyasallardan uzak durmaya çalışın. Bu yediğiniz yiyeceklerde olabilir, giydiğiniz kıyafetlerde olabilir, kullandığınız temizlik malzemeleri olabilir, şampuanınız, kreminiz olabilir. Bir tek ben almasam ne olur ki büyüüüük firmalar bunları üretmeye devam edecek deyip de baştan teslim olmayın. Bir fark yaratmak için, petrol türevi ürünlerin olmadığı, kimyasalların kontrollü kullanıldığı ürünleri tercih edin. Sezen Aksu'nun şarkısındaki adam gibi bir denizyıldızı kurtarsanız kardır.

Sevgiyle kalın

Lüfer'e sahip çıktılar!



Çok iyi düşünülmüş bir kampanya. Gerçekten ileride lezzetli ve sağlıklı ayrıca da besleyici lüferlerden hem kendimiz hem de çocuklarımız yesin istiyorsak Fikir Sahibi Damaklar'ın başlattığı kampanyaya kulak verelim derim. Çinekop ve sarıkanat yemeğe son. Aman Allah'ım bu zamana kadar yediklerim boğazıma dizildi sanki. Ama buradan söz veriyorum uzuuuuuuun bir süre çinekop ve sarıkanat yemeyeceğim. Çorbada benim de tüketici olarak tuzum bulunsun.

Sağlıkla ve sevgiyle kalın

20 Nisan 2010 Salı

Hem Herşey Organik Hem de Hastasınız???

Selam,

Allahım nasıl bir hastalıktır bu anlatamam. Ali Bey epeydir hasta Mart başından beri kulakta duyma geriliği, sıvı birikmesi, burun tıkanıklığı, burun akıntısı zaman zaman ateş derken 4 haftada 2 şişe Augmentine antibiyotik bitmesine rağmen bir hafta bahar tatilinde evde kuzen ve anneanne ve Yekta ile geçirilen bilimum güzel günden sonra tatilin sona ermesi okula bir gün gidiş ve ertesi gün hasta olup yatak döşek yatma. Önce Ali Bey'in klasik okula gitmeme numarası zannedip kendisini biraz hırpalayış hayır gideceksin, hayır zinhar olmaz gidilecek şeklindeki ısrar sonucu kendisinin yerlere yapışarak ağlaması ve ateş kontrolü bir de boğaz muayenesi anne olarak kendisinin okula gitmemesi gerektiğine kanaat getiriş. Bu arada madem okula gidilmedi hastasın evde maksimum eziyet. Evladım okul saati bitmeden eğlenceli hiçbirşey yok. Sadece yatılacak, istersen kitap bakabilirsin, yataktan kalkmak yok. Neyse böyle süregelen 4 günlük eziyetten sonra cumartesi arkadaşımızın doğumgününe gitmiştik hani organik hediyeden bıkmıştı ya Ali Bey işte oradan sonra bir iki mağaza ziyareti. Yeni çok güzel ciciler geldi onları da pazar günü mağazalara transfer ettim biraz kızlarla vakit geçirdim stok girişi falan derken hemen satışa çıkardık ürünlerimizi. Bu arada annelere anneler günü için bebekleri ve çocukları ile bir örnek giyinmek üzere yeni gecelikler yaptık. Neyse bu arada cumartesiye geri dönüyorum cumartesi gecesi babacık biraz hastalandı hatta ateşlendi. Pazar günü ben mağazalardayken akşam telefonla aradılar saat 8 civarıydı babacık yeniden ateşlendiğini ve iyi olmadığını söyledi derken saat 8:30 civarında babacığın ateşi 40'a dayanınca Acıbadem Maslak Acil'e gittik. Serum üstüne serum arkasından da bir iğne ancak ateşi düşürebildiler. Geceyarısı eve döndük. Bu arada Ali Bey babasının hastane yatağında uyuya kaldı. Neyse sağ salim eve vardık hepimiz bir tarafa devrildik bu arada gece bana bir üşüme gelsin bir ateşim yükselsin. Allahım bademciklerim birbirine yapışsın. Ben de aşkıma verdikleri ilaçlardan alıp sözüm ona kendimi iyileştireceğim. Bugün artık Ali Bey de daha fena olunca bu arada neredeyse 3 haftadır okula gitmiyor, en sevdiğimiz doktorumuz Pınar Dayanıklı'ya kendimizi dar attık. Ali doğduğundan beri doktoru Pınar Hanım ve çok sever çok da güveniriz. Mono gibi görünüyor virüs bu antibiyotik kullanmanıza gerek yok dedi. Yatıp dinleneceksiniz ve dut kaynatıp suyunu içeceksiniz. Karaciğer ve dalakta büyüme yapar biraz ağrınız olabilir. Dİnlenerek geçer diye ısrar etti. Yine hepimiz evin bir yerine yattık kah uyuyoruz, kah yattığımız yerden takatimiz yettiğince iş yapıyoruz. Ben de bu arada size yazayım istedim. Aa bu arada başlığa koyduğum hem herşey organik hem de hastasınız lafı da bugün evde temizlik vardı. Ayşe ablamız çok tatlı bir kadın bayılıyoruz kendisine. Demesin mi amaaan bu nasıl iş hem herşey organik hem yine hastasınız. Dedim ki ah Ayşe Abla herşey organik de biz izole yaşamıyoruz ki gelmiş işte bir virüs, biz de atlatmaya çalışıyoruz. Hem de ilaçsız olabilirse en güzeli. Hemen kestik antibiyotiği, dayandık dut suyuna. Bakalım nasıl gelecek. Bu arada bademcikler için karbonatlı su ile gargara doktorumuzun tavsiyesi, limon ve tuzla gargara, zencefil tozu üfleme, kekik suyu kaynatıp içme gelen anneanne ve babaanne tavsiyeleri.

Sevgiyle ve sağlıkla kalın

17 Nisan 2010 Cumartesi

Ali Bey'in Organik hediyeye isyanı

Bugün bir arkadaşımızın oğlunun doğum günü idi. Ben de bizim mağazadan bir hediye ayırtmıştım ama geçen akşam çıkarken telaş ile unutmuşum. Doğum gününe gitmeden önce de şehrin taaa öbür ucunda bir işimiz vardı. Nerede diyeyim neredeyse Edirne sınırında. Ambarlı civarında bir işimiz vardı. İşimiz biraz uzadı. Derken Etiler mağazamızdan ayırttığım hediye için arada oraya girip çıkmam çok zor olacak ve daha da geç kalacağız diye yol üstündeki Forum Istanbul mağazamızı aradım neyse oradan başka bir ürün ayırttım derken telefon konuşmalarına şahit olan Ali Bey ne dese beğenirsiniz. Anne yeter ama artık sen de taktın bu organiğe. Biraz da hediyelerimiz sağlıksız olsun. Hep sağlıklı hep sağlıklı, mesela en plastik oyuncaklardan alsak. Yani biraz da kafayı plastik oyuncaklara taksan. Ay Allahım dedim. Olur mu hiç oğlum bak plastik oyuncaklar zararlı olabiliyor. Ne gerek var öyle şeylere. Neyse kendisini ikna ettik. Fakat sanırım kendi doğum gününde en plastik, eeeen zararlı ne varsa onunla mutlu olacağını hatta mümkünse Ben 10 olan çöpe bile organik bir giyim ya da kozmetik ya da aksesuardan daha çok sevineceğini açıkça ifade etmenin bir yoluydu bu. Bakalım daha neler yaşayacağız kendisiyle.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Oğlumun Organik Hikayeleri

Merhaba,

Bugün biraz da oğlumun organik hikayelerinden bahsetmek istiyorum. Malum doğduğundan beri çocuk organik ürünlere maruz kalıp, çevreci saplantıları olan bir anne ile mücadele etmek zorunda olduğu için bazen komik hikayeler çıkabiliyor.

Önce okul maceraları;

Geçen sene daha kücük bir okula gidiyordu. Toplamda okulun 10 öğrencisi vardı. Çok keyifliydi, yarım gün gidiyordu bir ara bir yanlış anlaşılma sonucu ufak bir ceza alınca okul hayatı onun için bitti diyebiliriz. Tabi bu arada bu sene gideceği okula karar verirken daha büyük ve kalabalık olması gerektiğini, birazcık da disiplinli bir yer olması gerektiğini düşündük. Aslında gideceği okula çok da uzuuun uzadıya araştırma yapmadan en yakın okul en iyi okuldur diye yaklaşarak (tabi şansımıza evimize yakın gayet iyi ve köklü bir okul var) kaydını yaptırdık. Eylül ayında okul başladı ve sağolsun bizim canavar için bir eziyet haliyle bana da bir nevi eziyet haline geldi. Sabahları okula gitmemek için hazırlanma seramonisini elinden geldiğince uzatıyor ve bazen babasına da aynı fikri veriyor. Sen de benim gibi oyalanıp işe geç gidebilirsin şeklinde tavsiyede bulunuyor. Önceleri gitmemek için muhtelif bahaneler uydurdu. Uzunca bir süre anne okuldaki yemekhane kokuyor ayrıca orada organik yiyecekler vermiyorlar şeklinde beni en hassas noktamdan vurmaya çalıştıysa da oldukça dirayetli bir şekilde okula gideceğini yineledim. Okul açılalı ne kadar oldu yaklaşık 8 ay ama hala alışamadı desem. Daha doğrusu alıştı da okulu sevmiyor. Düzen ve kural sevmiyor. Kendi dediklerinin yapılması konusunda da ısrarcı bir arkadaş. Okulda ders olarak şu resmi yap deyince 3 dakikada çiziktirip veriyor ama kendi hayal gücüne bırakılırsa ve canı resim çizmek isterse bir saat resim çiziyor ve inanılmaz resimler yapıyor. Arkadaş doğada dağda bayırda keşfetmek istiyor. Çevreyi koruyor, yerde çöp görünce çok bozuluyor ya da benim hoşuma gidiyor diye bozuluyor gibi yapıyor. Bu arada okula gitmemek için bulduğu bahanelerden biri de okulda kullandıkları boya kalemleri ile yapıştırıcıların sağlığa zararlı olduğuydu. Ama onları da birlikte aldığımızı ve üzerlerini okuduğumu özellikle zararsız olanları seçtiğimi söyleyince bunun da işe yaramayacığını anladı. Geçenlerde ellerini yıkadıklarında iki adet kağıt havlu verdiklerini halbuki bir tanesinin yettiğini söyledi. Bizim okulda çok kağıt tüketiliyor ağaçlar gidiyor şeklinde sürekli bana okulu kötülüyor. Ama bulunan bahaneler hep çevreci anneyi çileden çıkaracak şeyler. İnanılmaz bir tümdengelim. Annem sıkı bir çevreci, o zaman ben ona okuldaki doğayı, çevreyi kirletmek ile ilgili argümanlar ileri sürersem dayanamaz beni okuldan alır. Ben de evde istediğim gibi takılırım. Anlaşıldı okulu sevmiyor umarım bu yakında değişir çünkü kara kara 18 sene nasıl geçecek diye düşünüyorum. Neyse bugün de oğluşun okul maceralarını okudunuz. Yarın ola hayrola.

Sevgiyle ve sağlıkla kalın

9 Nisan 2010 Cuma

Bizim Ürün Doğal Ürün, Sizin ki?

Selam,

İşte yine uykumun kaçtığı bir gece ve ben blogumun başına geçtim yazıyorum. okurken diyeceksiniz ki hangi deli gecenin bir vaktinde kalkar da organik ile doğal naturel arasındaki fark şudur şeklinde bilgisayarını kucağını alır ve yazar. İşte zaten soranlara söylüyorum bu organik işi normal işi değil. Bilmiyorum çok mu bölük pörçük yazıyorum. Ama anlatmak istediğim çok şey var. Bildiklerimi, okuduklarımı herkesle paylaşmak istiyorum o yüzden oluyor sanırım. Neyse bugün doğal naturel ve organik arasında ne fark var onu yazmak istiyorum. Organik daha önceki yazılarımda da yazmıştım aslında izlenebilir bir üretim süreci olan ürün demek. Bu izlenebilme durumu öyle iyi tarım uygulaması bu, biz bunu izliyoruz, eveet sağolsun üreticimiz Mehmet Efendi de gayet güzel üretti, bu da oldu sana iyi tarım ürünü deyip geçilmeyen ürün bir nevi. Yani üretim süreci izlenebilen ve izlenen ve hatta test edilen ve dönem dönem denetlenen bir ürün. Ben tarım tarafının başında durmadım tam olarak prosedürü bilemem ama mesela tekstil tarafında bize yaptıklarını anlatayım. Öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değil bu organik GOTS sertifikalı bir t-shirt üretmek. Biz firma olarak yılda en az 4 defa üretim yapıyoruz. Yeni modeller yeni renkler için. Bu arada aralarda da sezon dışı değişiklik olsun diye yeni ürünler yapıyoruz, rpt yapıyoruz. Bunların her birini hesaba katarsak yılda en az 10 tane yüklememiz oluyor. Her bir üretim için üretimin her aşamasında emeği geçen arakdaşlar bir de belge düzenliyorlar ve diyorlar ki biz Kapbula için şu şu adette şöyle bir iş yaptık. Ben pamuğu topladım der biri diğeri ben çırçırını yaptım, öbürü ben kumaşı ördüm, beriki ben boyadım ve ben baskısını yaptım, ben de kestim, e ben de diktim der serçe parmak da hani bana hani bana der gibi oldu. Kaç adet alt kuruluş ile çalışırsanız o kadar kuruluş bunun belgelerini vermek durumunda. Bu durumda herkes fatura kesmek zorunda. Yani 1.Kayıt dışı ekonomi mümkün değil. 2.Herkes kontrolden geçiyor yani herkes için sertifika gerekiyor ve bu herkes için bir maliyet. 3.Aradan örnekleme alınıp teste gönderiliyor ve bum nihayet sizin ürününüze satış sertifikası düzenleniyor.Firmalarınmaster sertifikalarının olması yeterlidğilanlayacağınız. Yani bana dediler ki bu organik kumaşmış. Ben de onu alıp t-shirt diktim üzerine de bu organik ürün dedim ne bileyim organik mi değil mi diyemezsiniz. Size organik olarak satılabilmesi için belgelerinin olması gerekiyor. Maalesef piyasada böyle şeyler oluyor. Benim ürünüm organik diye geliyor firma evet sertifikanız diyorsunuz ne gerek var diyor. Olabilir mi böyle birşey. Neyse ben yine coştum. Bir de doğal natürel var. Tüketicinin aklını karıştırmak için birebir. Bir de onları pamuğun ham renginde bırakıp iyice kandırmaca yapıyor büyük firmalar. Aaah ah çok dertliyim. Bu bizim natürel koleksiyonumuz. Anne de zannediyor ki aaa bu işte natürelmiş yani organik. Olur mu canım neresi organik. Eğer öyleyse herkes belgeleri çıkarsın. Natürel demek organik demek değil. Natürel deyince boya kullanmamış olabilir, ne bileyim tek renk baskı yapmış olabilir, ne hoş o da bir tercih ama boya kullanmadığınızda daha ucuz oluyor o kumaş zaten. Bir işlem eksik oluyor çünkü. Size daha pahalıya satmasına gerek yok. Hatta ucuza satmalı bir işlemi eksik çünkü.
Bir de aktarlara bayılıyorum. Dağdan dereden tepeden topladıklarını natürel ürün diye koyuyorlar. Kurutulmuş patlıcan, ev yapımı erişte, köy yumurtası. Nedir bu canım kardeşim bunların hiçbiri organik değil. Bu ürünleri organik sertifikalı ürün ile karıştırmamak gerekir. O patlıcan acaba hangi koşullarda yetişti. Ne malum o yetiştirilirken kimyasal bir gübre kullanılmadığı ya da komşunun tarlasında böcek ilaçlaması yapılmadığı. Bizim Ahmet Efendi'nin traktörünün yedek deposundan mazot sızıp da toprağa karışmadığı. Kim denetledi o patlıcanı, acaba köyün yakınından bir otoyol geçiyor mu? Yok mu hiç Ankara Istanbul arasında giderken otobana yakın tarla otobana yakın köy. Peki bir fabrika yakınında olmadığı ne malum. Bilemezsiniz o zaman doğal, natürel, katkısız olunca ürünün başına köy kelimesi konunca bu ürün organik olmuyormuş. İlla ki denetlenmesi lazım. Bir bağımsız denetim kuruluşu tarafından denetlenmeli. Firmaya bir master sertifika verilmeli. Ayrıca her bir üretim için satış sertifikası verilmeli. Nasıl mı? Binbir işkenceden sonra tabi ki. Firmalar hayatlarından bezdirilmeli ki kimse organik üretim yapmak istemesin:-) Ben firma olarak bir sertifika sahibi olabilirim. Bu master sertifikadır. Harika bunu aldım kafama göre ürettim ürettim durdum. Etiketlerine de %100 organik pamuk yazdım. Ne malum benim üretimim organik. İşte her bir parti üretiminiz de ayrı denetliyor. Diyor ki kontrol kuruluşu kaç kg pamuk aldın organik olarak bundan kaç kilo kumaş yaptın bu kumaştan kaç adet t-shirt çıkar. Diyelim ki 1000 adet sen ise 1100 adet organik diye satmışsın olmaaaaaz gel bakalım aç kayıtlarını aç evraklarını herşeyi kontrol ediyorum diyor. Siz de açıyorsunuz kayıtlarınızı. Bakıyor ki bir karışık durum var sertifikanızı iptal ediyor askıya alıyor. Yani organik üretmek sanıldığı kadar kolay değil. Hele organik tekstil en zoru. Çok yazdım gözlerinizi ağrıttım. Ama rahatladım. Başka bir gün, gece yeniden görüşürüz.

Sevgiler

3 Nisan 2010 Cumartesi

Biz de %100 pamuklu giydiriyoruz zaten...

%100 organik tekstil üretimini yıllardır yapıyorum. En sık karşılaştığım tepki aaa biz zaten %100 pamuklu giydiriyoruz. Hiç sentetikli giydirmiyoruz. Pamuklu demek doğal demek organik demek işte canım. Daha bunun sertifikası da ne demek oluyor. Bazen de ah evladım sizler bizler organikle mi büyüdük ne gerek var buna. Özelikle anneanne, babaanne tepkisi.
Vallaha yazayım da içim rahatlasın. Aslında bizlerin zamanındaki tekstil ürünleri neredeyse organikti hele hele şimdinin anneanne babaannelerinin dönemindeki tekstil organik sayılırdı. Zira şöyle açıklayayım tarımda ve tekstilde kullanılan kimyasal son 20-25 yılda bu kadar çok arttı. Bu da ne demek oluyor eskiden üretilen ürünler daha bir az kimyasal ile üretiliyordu. Dİyceksiniz ki hadi domatesin, salatalığın organiğini anladık da bu atletin, külodun, bodynin organiği nasıl oluyor. O zaman bir kaç kısa teknik bilgi vermek istiyorum izninizle.
Tüm dünyadaki tarım üretimi içinde pamuğun payı yaklaşık %3. Tüm tarım için kullanılan zararlı ilaçlar, kimyasallar, pestisidlerin %16'sı bu pamuğa kullanılıyor. Bu kimyasallar da öyle sadece üretimin yapıldığı tarladaki ilacın sıkıldığı pamuğun üstünde kalmıyor. Toprağa geçiyor, yeraltı sularına geçiyor, hava ile çevreye yayılıyor. Bu kullanılan kimyasallar yüzünden dünya sağlık örgütü verilerine göre her yıl 20bin pamuk işçisi kanser oluyor, solunum yetmezliği yaşıyor, ölüyor ya da çalışamaz hale geliyor. Diyelim ki bizim için önemli değil bu insanların ne yaşadıkları. O ilaçlar pamuğun liflerinde kalıyor. O pamuktan iplik, o iplikten kumaş ve o kumaştan bir iç çamaşırı yapılıyor. Onu bir güzel bembeyaz yapmak için ağır kimyasal ile ağırtıyorlar. Pürüpak beyaz atlet vatana millete hayırlı olsun. Onu alıyoruz sözüm ona bir defa yıkıyoruz neyle konvansiyonel toz deterjan zimzim, güçlü topcuklar, leke sökücü profesyonel ile. Bir de yumuşatıcıyı basıyoruz oooh 4 hafta kokusu geçmesin diye iyice bir kalıcı koku için biraz daha kimyasal yüklemesi. Ardından onu çocuğumuza giydiriyoruz. Çocuk terliyor ve o giydiği kıyafetin üzerindeki tüm kimyasallar ter ile reaksiyona giriyor ve çocuğumuzun hücreleri tarafından emiliyor. Bu kimyasallar maalesef mikrop gibi zaman içinde bağışıklık sistemimizi güçlendiren ona göre bir savuna mekanizması kurabildiğimiz birşey değil. Bu kimyasallar zaman içinde birikiyor birikiyor birikiyor ve vücutta çeşitli değişikliklere yol açıyor. Bu da vücudun ya da genetik yapımızın en zayıf olduğu yerlerden başlıyor. En iyi ihtimalle allerjik oluyor, kimi egzama daha ileri boyutlarda da kanser vakaları. Maalesef çok üzücü ama gerçek.
Hani demiştim ya çevreci aktivist bir anne olmaya çalışıyorum diye aslında farkındayım organik deyince pahalı algılanıyor. Sadece alımgücü yüksek insanlar alışveriş yapabilir gibi geliyor ama aslında değil. Birçok ürün var organik olup da çok pahalı olmayan. Daha sonraki dertleşmelerimde onları da yazarım neler olduklarını.
Önemli olan nokta şu aslında %100 pamuklu bu diye giydirdiğiniz ürünlerin çok da masum olmadığını bilmekle başlayabiliriz bu çevreci aktivist anne olma serüvenine. Umarım yazdıklarımla bunaltmıyorumdur. Ama daha yeni başladık. %100 organik ne demek. Sertifika ne demek. Bir ürünün organik olup olmadığını nasıl anlayacağız. Doğal ürün, naturel ürün ne demek. Organik ile aralarındaki fark nedir. Her gün bir konuda yazmak istiyorum. Bu konularda bilinen yanlışları yazarak içimi rahatlatmak istiyorum. Sizler de okursanız ne mutlu bana.
Sevgiyle kalın

2 Nisan 2010 Cuma

Hikayemi Anlatayım

Okumak isteyen merak eden varsa diye kısaca hikayemi anlatayım. Hakkımda kısmında ne işle iştigal ettiğimi yazmıştım hatta geçmişte ne iş yaptığımı da. Şimdi aktivist bir anne olmaya çalışıyorum. Full time anne olmak bir de çooook çalışan bir adamın eşi olmak gerçekten çok zor.Bu yetmezmiş gibi dertsiz başıma dert açıp full time iş olayına da girdim. Ama durmak yok oğlum için çok çalışmalıyım. Neden mi? Cevabın çok para kazanmak için tabi gibi birşey olduğunu duyar gibiyim. Halbuki hiç de öyle değil. Yıllar evvel hamileyken kendime sordum, bu tükettiğimiz dünyaya mı getireceksin oğlunu diye. O zaman verdiğim cevap için didiniyorum desem ve biraz daha açsam konuyu.
Dedim ki organik tekstil ile uğraşayım. Önceleri sadece bir anne ve tüketici olarak tekstil ile ilgiliyken yıllar içinde tekstil ile ilgili birşeyler öğrendim diyebilirim. Daha önümde uzuuuun yıllar var. Hergün yeni şeyler öğreniyorum. Neden tekstil derseniz aslında biraz araştırma sonucu buna karar verdim. Yurtdışına gittiğim zamanlarda, bundan 10-15 yıl önce organik yayılmaya başlamıştı ve dünya organik pamuk üretiminin %50den fazlasını Türkiye üretiyordu. Ama Türkiye'de hemen hemen hiç satılmıyordu. Tekstil işçiliği de Türkiye'de oldukça iyi ve sonuç olarak ben fazla da düşünmeden organik bebek ürünleri üretmeye karar verdim. Bir nevi cahil cesareti diyelim:-) O gün bugündür %100 organik bebek, son 1.5 yıldır da çocuk ve eser miktarda yetişkin ürünleri üretiyorum. Yaklaşık 1.5 yıl önce mağazalaşmaya karar verdim. Kapbula Organik Şeyler markası ile ilk mağazamı 2009 yılının Ocak ayında açtım. 2009 yılının sonunda da iki mağaza daha açtım. 15 mağaza olana kadar durmak yok. Amacım yurdumun çocukları daha fazla organik tekstil ve diğer organik ürünlerden yararlansın. Organik ürüne kolay ulaşabilsin.Anneler her zaman gittiği avm'lerde bizim mağazalarımıza ulaşsın. Anneler daha da bilinçlensin bebeğinin çocuğunun şampuanını da organik içerikli alırken, çamaşırını da organik içerikli, petrol türevi girdilerin olmadığı deterjanla yumuşatıcıyla yıkasın. Daha çok organik tekstil ürünü satılsın ki daha fazla sertifikalı organik pamuk üretilsin. Çünkü konvansiyonel pamuk üretilirken çevreye, yer altı sularına, toprağa, havaya, yandaki tarlaya, o tarlada yetişen domatese, orada yaşayan köylüye, tarlada çalışan köylü ananın karnındaki bebeğe o kadar çok zarar veriyor ki. Sırf bu yüzden çevre için, doğa için ve oğlumun geleceği için bu deli işine kalkıştım. Yaklaşık 5 yıldır yapıyorum henüz bir para kazanamadım ama yaptığım işten çok keyif alıyorum. İnanılmaz bir ekip çalışması. Üretiminden satışına çok harika bir ekiple, büyük bir özveriyle, zaman zaman sosyal sorumluluk projeleri ile zaman zaman yardım faaliyetleri ile inceden inceye organik ürünü tanıtmaya, mağazalarımıza gelen annelere uzun uzun bildiklerimizi anlatmaya, bilinçli ve çevreci bireyler olarak üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Bu blogda da çevre için neler yaparız, ben neler yapıyorum, siz neler yapabilirsiniz belki esinlenmek isterseniz diye zaman zaman oğlumla yaşadıklarımı, oğlumu nasıl çevreci yetiştirmeye çalıştığımı bazen dozu nasıl kaçırdığımı yazacağım. İleriki yazılarda görüşmek üzere.

Blog Heyecanı

Merhaba blogumu kimse okur mu bilemiyorum ama uykumun kaçtığı akşamlarda çevreci bir anne olarak yaptıklarımı ve oğluma öğretmeye çalıştıklarımı anlatırım diye düşündüm. Çocukken de defalarca başladığım günlük yazma serüvenim genelde yarıda kaldı umarım bugün bu gece başladığım sanal ortamda günlük tutma denemem hergün olmasa da aralarda paylaşılanlarla sürüp gider. Sanırım daha baştan yan çizmeye başladım. Hergün olmasa da aralarda paylaşılanlar şeklinde başlayan bir blogdan hayır gelecek mi hep birlikte göreceğiz:-)